Kalbim sende kaldı, kır gitsin...

25 Ağustos 2009 Salı

Aşk bitti.....



Aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.
.
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
.
Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım
.
Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle
.
.
Ahmet Telli
.
.
.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Onlar, kalbin duracağını, aklın unutacağını ama ruhun asla durmayacağını ve unutmayacağını bilirlerdi.

Geçmiş zamanlarda aşklar bir başka yaşanırdı....
Sevgili Kayahan’ın deyişi ile siyah beyazdı aşklar, film gibi, masal gibiydi yani.
.
Sevgililer arasında yaşananlar ya ak ya da kara idi.
Gri ve tonları olmaz, hiçbir zaman ortası bulunmazdı.
Her mahallenin bir Fahriye Abla’sı olur, erkekler ilgi, kızlar hayranlık duyardı.
.
Oğlanlar yakışıklı, kızlar güzel olurdu.
Aşklar, Leyla ile Mecnun, Şirin ile Ferhat, Aslı ile Kerem’inkilere benzetilirdi.
.
Onlar gibi çöllere düşülmez, dağları delinmezdi ama ağa, bey, kız babası ve araya girmeye çalışan zalim gibi engellerle karşılaşılırdı.
.
Sevgililer için en güzel buluşma mekanı pınar başları idi. Salkım söğütlerin altında oturulur, aşklar, uzun sürsün diye çınar ağaçlarına kazınırdı.
.
Kızlar bir araya gelince erkekleri çekiştirir, “seviyor mu, sevmiyor mu” diye papatya falları bakılırdı.
.
Sevgiliye hediye olarak araba, ev değil, güzelliğini muhafaza etmesi için ayna, tarak ve allık alınırdı.
.
Parlement mavisi gaybana gecelerde, aşıklar “Yıldızların altında senin ile buluşmak ahh ne hoştu” şarkısını mırıldanırken gök kubbe; yorgan, ay; gaz lambası, yıldızlar ise mum olur, yürekleri aydınlatırdı.
.
Müneccimler ile muvakkitlerin* bile bilmediği uzun geceleri aşk acısı çekenler iyi bilir, sevgililer “hastanın sabahı, taze ölünün mezarı, şeytanın günahı” beklediği gibi beklenirdi.
.
Yağmurun yürekleri beslediği düşünülür, çiseleyen yağmurda şemsiyesiz gezilir, tost değil kağıt helva yenirdi.
.
Geceleri yakamozlar izlenir, körfezdeki dalgın sulara mehtap ile sevgilinin aksi birlikte düşerdi.
.
Gündüzleri, kumsala vuran dalgalar, martılar seyredilir, camii avlularında güvercinlere yem atılırdı.
.
Aşk gözlerde başlar, çoğunlukla evlilikle, bazen de acı sonla biterdi.
.
Günübirlik değildi, ezelde başlar ebede giderdi.
.
Aşıklar, sevdiklerini akıl ve kalp ile değil ruhları ile severlerdi.
.
Kalbin duracağını, aklın unutacağını ama ruhun asla durmayacağını ve unutmayacağını bilirlerdi.
.
Tüm benlikleri ile sevgilinin olurlardı.
Sevgiliyi beklemeyi de, hüznün buruk tadını da severlerdi.
.
Asla ama asla umutsuzluğa kapılmazlardı.
Umut, fakirin ekmeği gibi katığı idi aşklarının.
.
Kırgınlıklarda, göz pınarlarından dökülen yaşlar inci olur düşer toprağa, başka sevgilerde teselli aranmazdı.
.
Gizli kaçamak ve buluşmalarda sevgilinin kokusu sinerdi üzerlerine.
.
Aşk nefes almak gibi, hava gibi, su gibi ihtiyaçtı.
.
Eski radyolar gibi çatıya kaldırılmamıştı aşklar.
.
Çok geç kalınmış olmazdı. Aşk şarabından en son içen şanslı aranmazdı.
.
Kalplere mühür vurulmazdı.
Her aşkın bir hikayesi vardı. Film gibi, masal gibiydi yani.
.
Vadide zambaklar açardı, sevgili açmış zambağa benzetilirdi.
Koparmaya kıyılmaz, dalında kalsın istenirdi.
.
Sonra, aşklar ölmeye, yerini tutkular almaya başladı.
Zambaklar da mezarlık çiçeği olmaya.....
.
.
Alıntı : Cemil Melik
.
.
.

23 Ağustos 2009 Pazar

Bir şey kaldı...

.
Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı.
Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..
Söylemeye vakit kalmadan
Dudakların altına bırakılmış bir şey.
Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta..
Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.
Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı..
.
Özdemir asaf
.
.

21 Ağustos 2009 Cuma

.



Ramazan ayının tüm insanlık alemine

sağlık, mutluluk, bereket getirmesini diliyorum.


Birde şu davulcular olmasa !..

.

.

.

18 Ağustos 2009 Salı

.

Hazin Bir Ömrün Hesabındayım..!
Bu gece..
Hangi yılın hangi ayına ait olduğu önemli olmayan bir gece
Lakin bu gece işte...
Duvarda asılı duran ve sürekli homurdanan yaşlı akreple yelkovan,
Yanıbaşımda annanemden kalma eski bir sehpa,
Üzerinde sigara küllerine boğulmuş izmarit dolu bir kültablası
Ve ben yine aynı yerimde..
Pencere karşısına özenle yerleştirilmiş hatıra yığını o koltuktayım
Gönül gözümle aydınlatmaya çalıştığım o aşina karanlıktayım...
Ve ben yine,
Hazin bir ömrün hesabındayım
Yüküm ağır,
Yüküm sancılı
Geçen her dakikam bir öncekinden kaygılı..
Sil baştan başlamaya niyet ettiğim ömrümün sonundayım
Zaman daralıyor her saniye başı
Küssün istiyorum akreple yelkovan birbirine.
Zaman dursun istiyorum
Çünkü ....
İçimde birbirine karışan ve durulmayı bekleyen duygular var..
Her seferinde,
Mutluluklarıma galip gelen pişmanlıklarım var..
Söylenmemiş itiraflarım,
Yarım kalan sevdalarım var...
Son mısrası yazılmamış şiirlerim,
Bir kez daha dinleyebilseydim dediğim türkülerim var...
Dedim ya,
Hazin bir ömrün hesabındayım
Yüküm ağır,
Yüküm sancılı
Geçen her dakikam bir öncekinden kaygılı..
Sil baştan başlamaya niyet ettiğim ömrümün sonundayım
Zaman daralıyor her saniye başı
Küssün istiyorum akreple yelkovan birbirine.
Zaman dursun istiyorumÇünkü ....
Kalkıp ışığı yakmalıyım son bir gayretle
Ya kalkamazsam ,
Ya ışığı açamazsam..
Bir yarım kalmışlık daha mı eklenicek hesabıma ?
Yoo vazgeçtim..
En iyisi karanlık galiba...
Sigaramda bitmek üzere
Zaman da...
Gözlerimdeki karanlık neden artmaya başladı ki?
Halsizlik bedenimi esir alıyor yavaş yavaş
Başım da ağrıyor...
Bu fırtına da neyin nesi şimdi ?
Biri bu uğultuyu sustursun ne olur..!
Korkuyorum..
Vakit geldi mi yoksa?
Son bir kez şiirlerime dokunmam lazım
Dur be zaman..!
Dur..!
Son bir şiir yazmam lazım..
Ellerim titriyor..!
Gözlerime inen bu perdeyle yazabilir miyim acaba?
Olmayacak,başaramayacağım galiba...
En iyisi şiirimi zamana emanet etmek..
Bu kadarını kaldırabilirsin öyle değil mi ey zaman..?
Hazır mısın?
Ben hazır değilim..!
Yaz şimdi beni uğurlayan saniyelerine,
Her mısrası aynı olan şiirimi..
“ ölüyorum..”
.
.
Alıntı
.
.
.

16 Ağustos 2009 Pazar

Sabahlar uzak...

Sabahlar uzak bu sevda tuzak bana
Çok zaman geçti sabrım yok yarınlara
Kaçıncı hasret,kaçıncı yalnızlığım
Sigaramın ucunda
Şimdi yanımda yanımda olcaktın
Bıraktın beni sevda yokuşlarında
Kuşlar uçurdum akşamdan sabahlara
Sigaramın ucunda yanar hasretin
Vurur can evimden ellerime kelepçeler vurur
Gel vefasız,gel vicdansız
Çağırmazdım acil olmasa,
Gel insafsız,ah kitapsız
Yanıyorum arzularınla
Aynalarda gözyaşım var
Ağladıkça yangın çıkar gözyaşlarımda
Gerçekten inanıp sevseydin beni
Böyle sabahları beklermiydimhiç
Çoktan yanımda olurdun çoktan
Gece üç beş nöbetlerine dikmezdin beni
Sensiz kaldığım ilk günden beri
İçimde bir umut vuslata dair
Akşamları imzaladım gözyaşlarımla
Seni aramıyor seni sormuyorsam
Bu senden vazgeçtimdemek değildir
Bir daha böyle sevecek olsam
Bir kalemde silerdimseni
.
Kayahan
.
.
Yaa bu şarkı ne güzelmiş
hele de sabahın dördünde dinleyince...
.
.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Hadi bugünde biraz glelim :)

.
.
Adamın biri California'da sahil kıyısında yürürken bir şişe bulur.
Şişenin mantarını açar açmaz içinden bir cin çıkar.
Cin adama derki,
- Beni şişe içinde hapis olmaktan kurtardın, şimdi benden bir şey dile.
Yalnız iyi düşün çünkü bir tek dilekte bulunabilirsin. .
Adam düşünür taşınır,
-Ben, hayatım boyunca Hawaii'ye gitmek istedim ama beni deniz tuttuğu için gemiye binemiyorum, uçaktan da çok korkarım.
Hawaii'ye gidebilmem için bana buradan oraya bir yol yap.
Cin düşünür,
- Bak, bu gerçekten muazzam bir iş.
Okyanusun içine o yolu taşımak için yerleştirilmesi gereken yüz binlerce kolonu, o kolonların deniz dibine çakılmasını, daha sonrada yolun kaplanması için gereken milyonlarca ton malzemeyi düşün.
Gerçekten çok zor bir olay.
Normalde ben böyle bir şey söylemem ama gel sen vazgeç bu dileğinden başka bir dilekte bulun. Adam tekrar düşünür.
- Peki... Hawaii'ye yol dileğimden vazgeçiyorum.
Bana kadınları nasıl anlayacağımı öğret.
Onları neler mutlu eder neler mutsuz?
Kadınları gerçekten etkileyip harekete geçiren şeyler nelerdir?
Değişik ruh durumlarını nasıl anlarım?"

Cin sorar: -

Yolu iki şerit mi istiyorsun yoksa dört mü?
.
.
.


14 Ağustos 2009 Cuma

Sallanan sandalye

Masal bu ya...
Bir varmış bir yokmuş diyemi başlasam?..
.
Evet en iyisi böyle başlamak...
Bir varmıııış, bir yokmuş
Dünyanın en güzel ülkesinin en güzel şehrinde
birbirini çok seven bir çiftin, bir tanecik
kız evlatları varmış.
Anne çok duygusal baba mantıklı ve çalışkanmış.
Küçük kız yavaş yavaş büyüdükçe
adettendir ya; konu komşu sorarlarmış...
Söyle bakiim , sen büyüyünce ne olacaksın?...
Diğer kız çocukları gelin olacağım derken, bizimki
veteriner olacağım dermiş.
Veteriner olamamış :(
ama hayvanları çok sevmiş...
Küçük kızın bir hayali daha varmış
ama bu hayali çok ilerki seneler içinmiş.
Yaşlandığında bir sallanan sandalyesi olacak,
küçük bir orman köyünde,
penceresinin önünde, sallanan sandalyesinde
yıllardır biriktirdiği kitaplarını okuyacak
ya da;
kedisini dizine alıp soğuk kış günleri için
örgüler örecekmiş.
Küçük kız ilk yıllarda önce babasıyla
daha sonrada tek başına
ölesiye çalışmış.
Demiştim ya çalışkanlığını babasından almış.
Bu arada çoluk çocuğada karışmış...
Hayat onu o kadar yormuş ki,
Ellisine gelmeden iki kat yaşlanmış.
Artık ayakları bedenini taşıyamaz olmuş.
Vefasız dostları gibi onlarda onu terketmiş.
.
Hayallerimi ne olmuş?..
.
Yıllardır biriktirdiği ve şimdi
sahafların vitrilerini süsleyen kitapları,,,
kitaplarının yerine bilgisayarı...
Sallanan sandalyesinin yerine ise
yol arkadaşım adını verdiği
ve onu hiç terketmeyeceğini bildiği
bir tekerlekli sandalyesi olmuş.
Şimdilerde anneanne olan küçük kız duygusallığınıda
annesinden almış.
Bir başka veb sayfasında anılarını yazıyormuş.
Kedilerimi?...
Kedileri hep olmuş...
Onlar için sandalyenin nası olduğunun
hiç önemi yokmuş.
Sıcak bir kucak, yürekten gelen bir sevgi
yetiyormuş.
.
.
Alıntı
( değil :)
.
Bu da Annekedi'den bir öykü işte...
.
.
.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Senden öğrendim...Video eşliğimde lütfen...Sağ tık :)

Gittin, kanadı kırık kuştum

Sustum, sözlerine küstüm

Hani kırılırsın siyaha

Nöbet nöbet geceler boyunca

Dün güne dize gelince

Yürek acılara doyunca

O tez dönüşün geç olunca

Kendime tahammülü öğrendim

Kördüm, bilendim

Seni unutmayı öğrendim

Sen yoktun, ben yalnız kalmayı öğrendim,

Acıya duvar gibi durmayı öğrendim,

Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi

Köksüz, bağsız durmayı öğrendim

Vazgeçtiysen hep sağanak yağışlarımdan

Vazgeçtiysen bitmek bilmez kışlarımdan

Korkma kimseye ödenecek borcum yok

Yoksaymayı ben senden öğrendim


Funda Arar

Tablo: AXİKEDİ (kızım) yavrukedim :)
.
Güzel kızım mutfakta çalışıyor,
dilerim kocamaaan bir atölyesi olur...
.
.
.
.

9 Ağustos 2009 Pazar

Hadi.....Bir sevda demle...Sevdiceğim

Hadi, Bir sevda demle,
Şöyle kopkoyu,
Çay karası...
Hadi,
Boşalt ince belli kristal gecelere,
Gönül hancısı...
Hadi,
Bir sevda demle,
Şöyle buruk, buruk çöksün acısı...
Hadi, süzgeçi bırak,
Doldur yüreklere tiryaki safası...
Hadi,
Bir sevda demle,
Oturup söyleşelim gençliğimizden,
Tazelensin aşkın çağrısı...
Şarkıları Tütün gibi yakalım birbiri ardınca,
Unutulsun gönül sancısı...
Hadi,
Bir sevda demle, bu kış ayazında,
Sıcağından buğulansın aşkın aynası...
Hadi,
Bir sevda demle sevdiceğim,
Şöyle kopkoyu,
Çay karası....
.
Alıntı
.
.
.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Bahadır Akkuzu' yu kaybettik :(

.
Yaprak gibi dökülüyoruz
.
.
Yattığın yer nur, mekanın cennet olsun
güzel insan
.
.
.
.
Video için sağ tıklayın...
.
.

7 Ağustos 2009 Cuma

İstanbul...Bende gideceğim....

Bir tını sızıyor kulaklarımdan en derinime, özledim seni İstanbul..
Caddelerin, sokakların ne güzeldi.
Bazen bir yaz akşamı kadar çılgın, bazen bir yağmur sonrası kadar masum,
dolu dolu gözlerin..
Göz yaşlarınla ıslanmıştım, aşkınla yanmıştım, taşlarını, ağaçlarını, akşamlarını ve o mavi gözlerini sevmiştim.
Gündüzünü alır gecene emanet ederdim, kara bulutlar ilişmesin diye sana.
Güneş doğarken sarı saçlarını okşardı, gecelerin hep hüzünlü, ben ağlardım sen ağlardın.. İstanbul’um sana doyamazdım..
Karanlık caddelerde yürümenin hazzı var, beni çağırışındaki heyecan var, seni özlemenin sızısı var hala derinimde bir yerlerde..
İstanbul akıl almaz, İstanbul haşmetli,
İstanbul beni severdi, İstanbul’un gözleri mavi..
Kara çarşafın kıyılarına oturup dalsam ne zaman mehtabına, rüzgarın şarkılar söylerdi, bazen gözlerin dolu dolu olurdu, lodosun yanağıma bir buse kondururdu..
Köşe bucak gezerdim seni, sana hikayeler anlatırdım, aşkınla yanardım, ışıkların, dökülmüş yaprakların ve sarı saçların ne güzeldi..
Her gece bir şiir yazardım sana, şimdi bir tını var aşkından hatıra kalan, en derinimde hiç durmadan çalan..
Ne zaman sana gelecek olsam, sende tam özlemiş olurdun beni, ne zaman sana varsam, akşamınla karşılardın beni, kıpır kıpır gözlerin yanardı..
Ben sendim, sen bendin; böyle söylerdin hani.
Bensiz sokakların, caddelerin, yağmurun ve akşamların tadı olmazdı hani..
İstanbul aşk, İstanbul gece,
İstanbul beni severdi, İstanbul’un gözleri mavi.
Sarı saçlarına bulutlar konardı, mavi gözlerin beni arardı,
hüzünlenince yaprakların solardı; güz olurdu, yağmur yağardı.
İstanbul kayıp şimdi, gözlerim ağlamaklı..
Ay ışında yürümeye hasretim İstanbul,
kaybettim seni ve özledim, ölesiye..
İstanbul’u kara bulutlar kapladı, İstanbul komploların kurbanı..
Sen yoksun İstanbul, saçlarım darmadağınık ve üşüyorum,
yokluğuma az kaldı..
Aşkının lekeleri kaldı şimdi benek benek kalbimde,
ellerim titriyor ve aklım gidiyor, bir tını çalmakta hala en derinimde..
Sana ulaşmak zor artık, kara bulutları dağıtacak takatim yok,
mecalim yok sana varmaya, duygularım tüketildi, kalbim yırtık;
öldüm İstanbul yokum artık..
Artık gülmeyeceksin sanki bana, bahar olmayacak sanki hiç.
Düşlerimin kahramanı olman bana yetmiyor;
sokaklarını, taşlarını ve aşkını özlüyorum,
boğazımda demirden bir düğüm,
İstanbul seni düşlüyorum..
Köşe bucak kaçsan da, git desende bana,
beni sarmalayıp kaplamışken bitmiyor aşkım sana..
İstanbul bir efsane, İstanbul yara, İstanbul beni severdi
İstanbul’un gözleri mavi..
Yoksun İstanbul, bitiyorum; yokluğuma az kaldı,
kaçıyorum yaşamaktan,
İstanbulsuz, aşksız yaşamaktan.
Bir matem oldun bana, sensizlik bir çığlık, dilimde vaveyla.
Ne olur son bir kere daha yağ saçlarıma, benim için, yaptıklarım için sana..
Seni kaybettim, yağmuruna hasretim, ellerim kara, ne olur al;
mezarımdaki son lale saçlarına kurdele..
İstanbul aşk, İstanbul gece, İstanbul tılsımlı,
İstanbul beni severdi, İstanbul’un gözleri mavi.
İstanbul yalan, İstanbul sahte, İstanbul’un suçu yok;
İstanbul sadece bir kelime..
.
.
Abdullah Kibritçi
.
.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Gökkuşağı...

Dünyanın bütün renkleri bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar:
.
YEŞİL demiş ki:
"Elbette en önemli renk benim..ben hayatın ve umudun rengiyim..çimenler,ağaçlar,yapraklar için seçilmişim..Şöyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benim rengimle kaplı...
.
" MAVİ hemen atılmış:
"Sen sadece yeryüzünün rengisin..ya ben? Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir, ve huzur olmadan siz hiçbir işe yaramazsınız"
.
SARI söz almış:
"Siz dalga mı geçiyorsunuz? Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim..güneşin rengiyim.. ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz"
.
TURUNCU onun sözünü kesmiş:
"Ya ben?? Ben sağlık ve direncin rengiyim...insan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur..portakalı, havucu düşünün.. ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın"
.
KIRMIZI daha fazla dayanamamış:
"Ben hepinizden üstünüm!!! Ben kan rengiyim!! Kan olmadan hayat olur mu!! Ben tehlike ve cesaretin rengiyim!!! Savaşın ve ateşin rengiyim!! Aşkın ve tutkunun rengiyim!!!Bensiz bu dünya bomboş olurdu!!!"
.
MOR ayağa kalkmış:
"Hepinizden üstün benim.. ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir.. ben otorite ve bilgeliğin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz.. dinler ve itaat ederler"
.
ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar... her biri diğerini itip kakıyor "en büyük benim" diyormuş... derken.. bir anda şimşekler çakmış ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış... bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış, korkuyla birbirlerine sarılmışlar..
.
Veee YAĞMUR'un sesi duyulmuş... "Sizi aptal renkler..bu kavganızın anlamı ne, bu üstünlük çabanız neden? Siz bilmiyor musunuz ki her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz...
Şimdi el ele tutuşun ve bana gelin"
Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar..
el ele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay seklini almışlar..
Yağmur onlara "bundan böyle...
"her yağmur yadığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar..
insanlara yarınlar için umut olacaksınız.....
gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size G Ö K K U Ş A Ğ I diyecekler.. anlaştık mı?"
Bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından gökyüzünde
G Ö K K U Ş A Ğ I belirir
.
Alıntı
.
.



Göz çukuru...

Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam,
deniz kenarında oltayla balık tutuyordu
Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu
gariban adamla ilgilendi ve ona,
“Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim” dedi
Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı Hükümdar balıkçıya,
“Ne yapalım, şansın bu kadar, oltana ağır bir şey takılmadı” diyerek alıp sarayına götürdü
Saraya varınca adamlarına, balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti
Kemiği terazinin kefesine koydular, öbür kefesine de altın koymaya başladılar
Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu
Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde, tahminlerin on misli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi
Altını doldurmaya devam ettiler, terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu
Bunda bir sır olduğunu anladılar
Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular
Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu:
”Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur
Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz
Çünkü doymaz
Ama bir avuç toprak bunu doyurur”
.
Alıntı
.
.
.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Berat Kandili

.
.
.
Mübarek Berat kandilimizin
tüm insanlık alemi için hayırlara vesile olmasını dilerim
.
Afet
.
.

4 Ağustos 2009 Salı

BAZEN...

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan
Güneş kucağındadır, bilemezsin
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür
Ciğerinde kuruludur orkestra, duyamazsın
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlayamazsın
Uçar gider, koşsanda tutamazsın.
.
W.SHAKESPEARE
.
.

Sen yüreğimi hiç haketmedin..... Artık sana şiir yok !.....


Biraz dikkatli baksaydın

gülen gözlerimdeki , ağlayan ben'i görebilirdin.

Ya da gerçekten sevseydin beni

kalbimin çığlıklarını susturabilirdin.

Ben senken sen ben olamadın. Izdırabımın sebebi oldu sevgim.

Tükendim tükettin hıncını almak için

tekmeler attın sevgiye yüreğime ..

Birçok kez hazırladım kalbimi seni unutmak için

ne yaptıysam olmadı

Boyun eğdim varlığınla yaşamaya

Artık özlemiyorum

Dilim söylüyor ama hissetmiyorum.

Sevgiyi kandırarak ve gizlenerek yaşıyorum.

Daha fazlasını kaldıramayacak kadar yorgunum

yada bahaneler buluyorum.

İçim acıyor...

Gücüm yetene kadar dayanıyorum.

Daha dayanabilir miyim bilmiyorum.

Zamana sığındım

kurtuluşum için yaralanan kalbimi sarmak

biraz olsun hayata bağlanmak

kaybettiğim kendimi bulmak için

Sen benden gittin

ardında bıraktığın beni düşünmeden gittin

Belki yıkıldım

sevgiye güvenimi kaybettim

ama yürekten sevdim

Şunu bilki terkedenim sen yüreğimi hiç haketmedin..

.

Alıntı

.
Video için sağ tıklayın...

.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Tek başına iki kişi olmuş kendisiyle gölgesi...


Bir Adam
Korku dağlarının yürekçisi,
Ölüm denizlerinin kürekçisi;
Öyle suskun oturuyor şişesinin başında,
İçtiğinin hem hırsızı, hem bekçisi,
Onu kırmış olmalı yaşamında birisi.
Dinledikçe susması, düşündükçe susması...
Tek başına iki kişi olmuş kendisiyle gölgesi,
Heykelini yontuyor yalnızlığın ustası.
.
Özdemir Asaf
.
Fotoğraf : Belgin Güven
.
.

2 Ağustos 2009 Pazar

Pazar günlerini hiç sevmiyorum...

İyi geceler hayat!
Bugün de seni yaşayamadım...
Ama belki yarın,
Yarın...
.
"Video için sağ tıklayın"
.
.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Sen vurdunda ben ölmedimmi?...

Bu muhteşem şiiri şairin kendi sesinden

kulaklarınızda hissetmek istiyorsanız,

sağ taraftaki videoya

tıklamanız

yeterli

.

Sen Vurdun da ben ölmedim mi?
.
Rüzgarda ne ateşleri hasretimle yaktım da

Bir seni yakamadım, beni yaktığın gibi

Çölde su, mahpusta gün,

oruçta ekmek gibi bekledim seni

Sense araya korkular koydun.

Yasaklar koydun...
.
Bitmez tükenmez engeller koydun

Şimdi nerdesin diye sakın sorma

Sen çağırdın da ben gelmedim mi?
.
Sen varken darılmazdım çiçeksiz baharlara,

Yağmurlu havalara..

Bu kasvetli akşamlara darılmazdım

Sen varken

Bakıp içlenmezdim tren istasyonlarına

Otobüs duraklarına...

Sen varken ayrılanlara ağlamazdım...

Yıkılmazdım biten sevdaların ardından

Gidenlere küsmezdim

Kalanlara acımazdım...

Sen varken böyle üşümezdim-titremezdim

Masumdum, çocuklar gibi

Böyle delirmezdim-küfretmezdim...

Hele ölmeyi hiç düşünmezdim.

Şimdi soruyorum sana

Adı sevdaysa bu cehennemin

Sen yaktın da ben yanmadım mı?
.
Biliyorsun

Bütün acılarına 'yeşil ışık' yaktım olmadı

Bütün korkularına 'arka çıktım' olmadı

Dağlara merdiven dayadım olmadı

Haziranda kar oldum yağdım avuçlarına olmadı

Sevdim olmadı, yandım olmadı taptım olmadı
.
Benden artık pes..

Artık benden aşkın biletini istediğin gibi kes

Nasıl sa gidiyorsun

Biliyorum git..ardında

Ağlayan bir çift göz

Paramparça bir yürek

Ve yıkılmış bir dağ görmek istemiyorsan

Çek silahını daya sırtıma

Titrersem namerdim...

Sen vurdun da ben ölmedim mi?

.

.
Ahmet Selçuk İlkan

.

.